Derslerimi islerken her seyden önce ögrencinin derse olan ilgisini ve katilimini merkeze alirim. Çünkü biliyorum ki; bir ögrenci kendini o dersin bir parçasi olarak görmeye basladiginda, gerçek ögrenme süreci de o anda baslar. Bu yüzden klasik, tekdüze anlatim yöntemlerinden ziyade, ögrencinin derse aktif katildigi, düsündügü, hissettigi ve ürettigi etkinlik temelli ögretim yöntemlerini kullanmayi tercih ederim. Dersin içerigine ve ögrencilerin düzeyine göre farklilastirilmis yöntemler uygular; bazen yaratici drama, bazen grup çalismalari, bazen de bireysel anlatimlarla ögrencilerin sürece katilimini saglarim.
Örnegin, bir hikâye incelemesinde sadece olaylari anlatmakla kalmayip, ögrencilerin karakterin yerine geçmesini isterim; “Sen olsaydin ne yapardin?” sorusu üzerinden empati kurmalarini saglar, farkli bakis açilariyla analiz yapmalarina ortam hazirlarim. Ya da bir siir dersinde, ögrencilerle birlikte siirin duygusal alt yapisini tartisir, görsel ve isitsel materyallerle o atmosferi sinifa tasirim. Böylece sadece bilgi degil, hissetme, anlama ve yorumlama becerileri de gelisir.
Ayrica derslerimin her birini günlük hayatla iliskilendiririm. Ögrencilerin zihninde edebiyatin hayattan kopuk, sadece sinav için ögrenilmesi gereken bir alan olmadigi, aksine yasamin tam içinde bir anlati ve düsünce biçimi oldugu fikrini yerlestirmeye çalisirim. Bu baglamda güncel metinler, edebiyat disi yazili-görsel materyaller, haberler, sarki sözleri ve karikatür gibi araçlari da sinifa tasiyarak çok yönlü düsünmelerine katki sunarim. Bu yöntem özellikle düsük motivasyonlu ya da edebiyata ön yargili ögrencilerde büyük dönüsümler yaratir.
Usak Lisesi’ndeki ögretmenlik stajimda bu yöntemleri birebir uygulama firsatim oldu. Toplamda 4 farkli sinifta yaklasik 100 ögrenciyle çalistim. Ögrencilerin baslangiçtaki durgun ve ilgisiz tavirlarinin zamanla nasil dönüsüp heyecanli, katilimci bireylere evrildigini gözlemlemek benim için paha biçilmez bir deneyimdi. Derslere katilmaktan çekinen ögrencilerin zamanla düsüncelerini açikça ifade etmeleri, özgüvenlerinin artmasi, yazili anlatim becerilerinde gösterdikleri ilerleme bu sürecin somut kazanimlari oldu.
Ögrencilerle kurdugum iliski yalnizca akademik boyutta kalmadi; onlarin bir birey olarak varliklarini önemseyerek, duygu ve düsüncelerine deger vererek bir güven ortami insa ettim. Bu güven duygusu, derse olan ilgilerini de dogrudan etkiledi. Beni sadece bir ögretmen degil, ayni zamanda dinleyen, anlayan ve yol gösteren bir figür olarak görmeye basladilar. Ders aralarinda yanima gelip fikirlerini paylasmalari, ders disi konularla ilgili danismalari, ögretmenligin aslinda ne kadar çok yönlü bir meslek oldugunu ve kalbe dokunmanin ne kadar önemli oldugunu bir kez daha hatirlatti bana.
Özetle, benim için ögretmenlik sadece bilgi aktarmak degil; ilham vermek, yol açmak, fark ettirmek ve bazen de sadece yaninda olmaktir. Bu yüzden derslerimi çok yönlü, etkilesimli ve ögrenci odakli tasarlamayi bir ilke haline getirdim. Her ögrenci bir dünyadir ve o dünyaya ulasmanin yolu, sadece anlatmaktan degil, birlikte düsünmekten, birlikte üretmekten geçer